Sayfa Sayısı: 143
Dili: Türkçe
Yayınevi: Everest Yayınları
Kapak Tasarımı: Utku Lomlu
Kitap Kokusu Puanı: 4,6/5Dünya okurlarınca "geleceğe kalacak elli yazar" arasında sayılan Aslı Erdoğan'ın Türkiye'de olduğu kadar Avrupa'da da ses getirmiş kitabı: Kırmızı Pelerinli Kent. Bir kentin karanlık sokaklarında, kuytu köşelerinde kendi izini süren bir yalnızlık öyküsü.
On yedi yaşındayken, bir din dersinde ayağa fırlamış, ona canlı canlı derisini yüzmek istermiş gibi bakan sınıfın önünde tanrıtanımazlığını ilan etmişti. Gelgelelim, ömrü boyunca inkar ettiği tanrılara yalvarmadan Rio'da bir adım bile atamıyordu.
Geçmiş, yitik Atlastis'e dönüşmüş, kentin karanlık gölgesi bütün gelecek düşüncelerinin üzerine çökmüşse eğer, ''şimdiye'' sığınmak zorundasın. Deniz ile cangıl arasında, beyazla zenci kollar arasında, kolaycacık doyurulan ama eskisinden de beter olan bir susuzluk yaratan bir bedensel hızla ötekisi arasında savrulmaktan başka çaren yok.
''Senhor de Oliveira. Size sormak istediğim bir şey var. Neden artık konuşmadığınızı değil de, onun yerine, neden bir zamanlar konuştuğunuzu sormalıyım belki.''
''...''
''Senhor de Oliveira, neden artık resim yapmıyorsunuz? Ya da bir zamanlar neden yapıyordunuz ki? Madem sessizliğe sığınacaktınız?.. Anlamaya çalıştığım şu aslında. Ben artım yalnızca bomboş, beyaz bir kağıdın önünde soluk alıp verebiliyorum -bir bakıma kendimi çivilediğim bomboş, sağır bir duvar- onu sözcüklerle dolduruyorum. İçleri boş sözcüklerin. Gene de büyük yaşamımı dolduruyorlar. Hatta onu bir kenara itip yerine geçiyorlar. Beni anlıyorsunuz, değil mi? Anladığınızı seziyorum.''
''Senhor de Oliveira, neden artık resim yapmıyorsunuz? Ya da bir zamanlar neden yapıyordunuz ki? Madem sessizliğe sığınacaktınız?.. Anlamaya çalıştığım şu aslında. Ben artım yalnızca bomboş, beyaz bir kağıdın önünde soluk alıp verebiliyorum -bir bakıma kendimi çivilediğim bomboş, sağır bir duvar- onu sözcüklerle dolduruyorum. İçleri boş sözcüklerin. Gene de büyük yaşamımı dolduruyorlar. Hatta onu bir kenara itip yerine geçiyorlar. Beni anlıyorsunuz, değil mi? Anladığınızı seziyorum.''
Yeryüzü göçebeleri... Başıboşlar, gece gezginleri, göçmen kuşlar... Bir büyük, bitimsiz yolda bir başlarına yürüyenler... Hep tek yönlü biletlerle yolculuk yapan, iz bırakmadan ortadan yok olan, bir çanta dolusu eşyayla on yıllar geçirenler... Bağlanmayan, topraklaşmayan, bütünleşmeyen, gövdenin ağırlığını taşıyamayacak bir çift kanat uğruna köklerini kesenler... Issız, engebeli patikaları, arka sokakları, belleğin varoşlarını sevenler... Karanlık kulisleri ışıltılı sahneye yeğleyenler... Biri geçmişte, öteki gelecekte saklı iki düşsel liman arasında dönüp duranlar... Limansız yolcular...
Kaosun denklemi çok basit aslında. Yaşam = yaşam. Ölüm = ölüm. Oysa hepimiz kendi denklemimizi kurmanın ve dünyayı ona eşdeğer kılmanın peşindeyiz. Ne aymazlık!
Senin içindekini barındıracak derinlikte hiçbir şey yoktur gerçek dünyada; ama sen de, yaşamın, ölümün ve bütün düşlerinle, gerçeğin korkunç sonsuzluğunda, oylumsuz bir noktadan daha büyük değilsin.
Yaşam iki göz kırpması arasında görülen bir düştür. Yalnızca bir düş..